Sağlıkta
MARAŞ farkı
Yıl 1977... İsmail Maraş, genç bir doktor artık. Aynı zamanda köyünün
üniversite mezunu olan ilk genci... Acaba şimdi tıp fakültesinde hangi
uzmanlık dalında eğitim alacak?
Ama o bunu düşünmüyor. Çünkü aklı fikri akupunktur’da. Dolayısıyla hep
akupunktur eğitimiyle meşgul. Çünkü onun hekimlik anlıyışı mevcut mevzuatlara
sığmıyor.
O “Önce insan, önce sağlık diyor”
Bu cümleyi okurken gülümsediğinizi iyi biliyoruz. Niye mi? Kime sorulsa
aynı şeyi söyler de ondan.
Peki Dr. İsmail Maraş’ın farkı ne?
Bunu anlamak için, mecburi hizmet yıllarından bir iki anekdotu kendi
kaleminden okumak gerekecek.
Sağlık ocağında bir hekim
“Yıl 1979... Eylül’ün 12’si... Ülkenin yokluk ve sıkıntılarının had safhaya
ulaştığı yıllar. Devlet vatandaşına hizmet götürmekte bir hayli zorlanıyor.
Yeni mezun olmuş meslek aşkıyla ülkenin hangi bölgesi olursa olsun gitmeye
hazır bir doktordum. Tayinim kendi memleketim olan Konya’nın Ereğli ilçesi
Halkapınar (Zanapa) sağlık ocağına çıktı. Gerçi bugün Halkapınar ilçedir.
Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirini hatırlıyorum. Ya da Reşat
Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanını... Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’dan
taşraya giden aydınımızın karşılaştığı hüzün verici manzaralar neredeyse
aynı...
“İşte şurası sağlık ocağı doktor bey!” diyorlar. Bir hoş oluyorum. Önündeki
molazlar ve inşaat malzemelerinden belli ki, binayı ihaleyle yapan müteahhit
işini tam bitirememiş. Binanın alel usul yapıldığı her halinden belli.
Duvarlar çatlamış, boyalar eskimiş. Tipik bir sağlık ocağı işte...
Kapıdan içeri girdiğimde bir burukluk kaplıyor içimi. Allahım bu nasıl
sağlık ocağı böyle?
Ne bir buzdolabı var. Ne bir masa ne bir sandalye... Su tesisatı bozuk,
sular akıyor, yerler silinmemiş. Yani sağlık ocağına yakışmayacak tüm
olumsuz şartlar mevcut.
Tıbbı cihaz ve malzeme bakımından ne serum var, ne gazlı bez, ne ilaç
ne bilmem ne... Hiç unutmuyorum, kenarda bir miktar kızamık aşısı var.
Kızamık aşısı ki o yıllarda sıkıntısı çekiliyor. Bir baktım aşıların
son kullanma tarihi Mayıs ayında doluyor. Üstelik korunması için belirli
bir ısıda saklanması gerekiyor.
Sağlık memuru tayin olduğunda bu aşılarla ilgili hiçbir tedbir almadan
bırakıp gitmiş nedense...
Bir yerden başlamalıyım
Şimdi burada devletin yapması gerekenlerden birinci maddeye örnek veriyorum.
O sağlık ocağında buzdolabı olmayabilirdi ama sağlık memuru eğitilebilir
ve o bölgede buzdolabı olan bir kurumun dolabında örneğin belediyenin
buzdolabında muhafaza etmenin de mümkün olabileceği öğretilebilirdi.
Hatta bir naylona konulup komşu bir evin buzdolabında muhafaza edilebilirdi.
Dağlarda kar vardı. Hiçbir şey olmasa, samanların arasına konulup o
karın arasında muhafaza edilebilirdi. Önemli olan o aşıların zayi olmaması
değil miydi?
Bir yerden başlamalıydım. Nasıl ki köye tayin olmuş bir köy öğretmeni,
sadece öğretmenlik değil aynı zamanda okulunun her şeyiyle ilgileniyor
ben de sağlık ocağının hizmet verir hale gelmesi için ne gerekiyorsa
onu yapmak için seferber olmalıydım.
Devletin imkanı şimdilik buraya kadar mı? Evet. O halde ben bir başka
çözüm bulmalıydım. Baktım orada Ekşioğlu diye bir firma var. Bir baraj
inşaatı için orada bulunuyor. Birçok da çalışan işçisi var. Sigortalılar.
Ama sigorta hastanelerinde beklemenin, sıra almanın sıkıntısı malum.
Ben ise sağlık ocağı hekimiyim. Prosedüre göre yani bürokrasiye göre
o hastalara benim bakmam gerekmiyor.
Ama ben doktor değil miyim? Bu ülkenin imkanlarıyla okuyup doktor olmadım
mı? Bu insanlar da bu ülkenin insanları değil mi? Madem öyleyse, ben
sağlık ocağında boş boş oturup beklerken, o insanlar neden SSK’da kuyrukta
beklesinler ki?
Bu düşünceyle inisiyatifimi kullanıp gittim firmanın yetkililerine dedim
ki,
“-İşçileriniz sağlık ocağımızdan da hizmet alabilirler. Müsait olduğum
için onlara da hizmet verebilirim.”
Bu teklifim onları çok sevindirdi. Hem işçiler kuyrukta beklemiyordu.
Hem SSK’nın yükü azaltılmış oluyordu. Hem ben doktorluğumu yapıyordum.
Bundan dolayı da onlardan para falan almıyordum.
Bir baktım, birkaç gün sonra geldiler. Kulakları çınlasın şantiye şefi
mühendis İsa bey dedi ki:
-Doktor bey, biz senin sağlık ocağının önündeki bu molazları falan kaldıracağız.
Buraya bir bahçe düzenlemesi yapacağız.
-Eee?
-Şöyle yola üç dört kamyon çakıl kum molaz vs getiririz. Buraya çiçekli
güzel bir bahçe yaparız.
Gördünüz mü karşılıklı dayanışmayı... Gerçekten de, birkaç gün sonra
o her gelenin yüreğini hüzün kaplayan çirkin manzara yerine sağlık ocağının
önü mis gibi oldu. Onlar da devletin sağlık ocağına yaptıkları bu hizmetten
para almadılar. Ne oldu. Beş on hastaya baktığımda bilgim mi eksildi?
Tam aksine bir insanın sağlığına kavuşmasının mutluluğunu yaşadım. Amacım
da buydu. Ama onlar da bu jestime karşılık sağlık ocağımın önünü düzenleyiverdiler.
Baktım ki niyet iyi olunca sonuç da iyi oluyor. Bir de prosedüre göre
suç işledim.
Ne mi? Sağlık ocağında halkın tedavisi ücretsiz yapılır değil mi? Ama
ben hastayı mecbur etmeden ve ne için harcayacağımı belirterek hastalardan
gönlünden ne koparsa üç beş kuruş ücret aldım.
Doktor mu bahçıvan mı?
Bu paralarla ne yaptık? Orman Fidanlığına gittik. Şubat ayının ortalarında
bu bahçeye 200 tane çam fidanı aldık. Ortaya bir de havuz yaptırdık.
Su deposu yaptırdık. Çam ağaçlarının bir tanesi hariç hepsi tuttu.
O tutmayan çamın yerine bir başkasını diktik, o da tuttu.
Sonra tıbbi malzemeler tedarik etmeye başladık. Böylece hastalarımızı
sağlık ocağında doğum yapabilecek duruma getirdik. On doğumdan en az
sekizini sağlık ocağında yaptırır hale geldik. Sağlık ebemiz şimdiye
kadar üç dört doğum ancak yaptırmamışken, ayda on onbeş doğum yaptırmaya
başladı.
Sağlık ocağında çalışması mümkün olmayan devletin bir iki sobasını çıkartıp
özel kovalı sobalar tedarik ettik. Sağlık ocağının önü çamur olmasın
diye gittim Karayollarına durumu anlattım. Tabii o dönemde Belediye Başkanı
olan Mustafa Ekinci beyin ve belediye personelinin eksilmeyen yardımlarıyla
birlikte sağlık ocağının önüne ve yollarına elbirliği içinde çakıl ve
kum döküldü.
Mevzuatlara göre ebe evleri gezecek diyor. Tamam evleri gezecek ama,
hastanın tansiyonuna kim bakacak? Enjeksiyon gerektiğinde kim yapacak?
Sağlık müdürlüğünden bana sürekli “tekit” gelirdi. Sebep ebe sağlık ocağında
hizmet veriyor diye. Tamam da sağlık ocağında başka görevli yok ki.
Burası şehrin merkezi değil ki? İki üç defa “tekit” aldık. Ama ben yaptığımın
haklı gerekçelerini biliyordum.
Sonunda bizi tebrik ettiler
İki üç yıl sonra teftişe geldiler. Gördükleri manzara karşısında şaşırıp
kaldılar. Havuzlar fıskiyeler, çam ağaçları, çiçekler... İçerisi pırıl
pırıl. Tüm bunları da devletten beş kuruş para almadan gerçekleştirmişiz.
Sonra arkamızdan takdirname gönderdiler. Sonra bir sağlık memuru geldi.
O da yoktu çünkü.
Şunu gördüm. Örneğin yağmur mu yağdı? İnsanlar gelemiyorlar mı? Biz Pazar
günü bile aşıya giderdik.
Mevzuata göre sağlık ocağının çalışma saatleri belliydi. Sabah sekiz
buçuk akşam beş arası. Ama biz bunu oranın mevcut şartlarına göre uyguladık.
Örneğin insanlar sabahleyin işe gidiyor. Tarlaya tapana gidiyorlar. Dolayısıyla
öğle saatlerinde kimsenin gelmesi mümkün değil. Ya? Ancak akşam sonrası
mümkün.
E ne yapalım biz de öğle saatlerinde personele dinlenme izni verirdik.
Akşam beşten sonra da saat yediye sekize kadar sağlık ocağını yine açık
tutardık. Böylece herkes sağlık ocağından hizmet alma imkanına kavuşurken
işinden de geri kalmazdı.
Bazı kasaba köylülerinin resmi işleri olurdu. Sağlık ocağına ancak öğle
saatlerinde gelirlerdi. Hem resmi işini takip edecek hem kasabada işlerini
aksatmayacak. Bu onlar için çok zordu. Çünkü resmi olarak öğle saatinde
sağlık ocağının kapalı olması gerekiyordu. Ama biz o saatte de açık tutar,
vatandaşın işini görmesine yardımcı olurduk. Yani mesaiyi bölgenin şartlarına
göre ayarlamıştık.
Hatta bahçeye diktiğimiz çam ağaçlarına çocuklar zarar vermesin diyerek,
onlara çikolata falan vererek hem bize sempati duymalarını sağladık hem
gönüllü olarak çamların bekçiliğini yapmalarını sağlamış olduk.
Bir çarpıklığa da örnek verelim. Bizden önce bazı aşılar kayıtlara göre
sağlık ocağına gelmiş olmakla birlikte, kullanılamayıp imha olmuş. Neden?
Buzdolabı yok.
Bunu yukarıya rapor ederken buzdolabı olmadığından dolayı bozulmuş olduğunu
belirtecektim. Denildi ki,
“-Yahu doktor bey, etrafta mezar mı yok? Ölülerin adlarına yaz gitsin,
kullanıldı diye?”
-Sebep?
-Ya şimdi buzdolabı yok denilecek. Var mıydı yok muydu teftiş gerekecek.
Şu olacak bu olacak. En iyi prosedüre göre sorun çıkmasın. Yaz gitsin
öyle.
Oysa ya aşının yukarıda belirttiğim gibi korunma yolları aranmalıydı.
Ya da imha olmadan önce imha olacağı rapor edilmeliydi. Eğer imha olduysa
da sebebi belirtilmeliydi.
Burada sorumlu kişiler, sorumluluktan kurtulmak için ölenlere aşı yapıldığını
belirterek sorumluluktan kurtulmanın yolunu ararken, diğer tarafta bazı
vatandaşın o an için zor durumda olması sebebiyle çözülmesi gereken işini
çözmede prosedürü olanca katılığıyla işletebiliyordu.
Önce insan
Örneğin evlenme için müracaat eden iki gencin fotoğrafı lazım. Herşeyi
hazırlamışlar. Davetliler bekliyor. Fotoğraf lazım olduğunu bilseler
belki önceden çektirecekler. O dönemde de fotoğraf anında çekilip alınamıyordu.
Şimdi ne yapmak lazım. Bu insanı resmi prosedür böyle istiyor diyerek
geri mi çevirmek gerek. Hayır biz öyle yapmıyorduk. Biz ne yapıyorduk.
İnceleyip suistimal olmadığını anladıktan sonra, “Fotoğrafını sonra getir!”
diyor ve onaylıyorduk. Adresi var. Babası belli. Anası belli. Bu kişinin
fotoğrafı birkaç gün sonra gelecekse, neden o işi birkaç gün sonraya
erteleyelim de düğünü onların burnundan getirelim?
Peki ne oluyordu?
O şahıs bir yıl sonra geliyor. Bir sene önce kendisine yaptığımız kolaylık
sebebiyle, sağlık ocağına o zamanın parasıyla bağışta bulunuyordu. Tabii
hepsi kayıtlı.
Önce sağlık
Yine ilçedeki mevcut imalathaneleri fırınları vs denetlememiz gerekiyordu.
Amaç denetimlerle sağlıklı üretimi sağlamaktı. Talimatnameye göre fırının
fayansla donatılması işte tezgahının şöyle olması, camekanının böyle
olması gibi bir takım şartlar gerekiyordu. Ama oradaki vatandaşın durumu
hiç göz önüne alınmıyordu.
Peki burada temel amaç neydi? Fırının sağlıklı ortamda hizmet vermesi,
temiz ekmek üretmesi değil miydi?
Bunun böyle olabilmesi için illa fayans mı gerekiyordu? Adamın gücü o
an için buna yetmiyorsa, bu fırın kapatılacak mıydı? Ya da adamcağızı
her onbeş günde bir denetleyip yaptığı işi burnundan mı getirecektik?
Hayır biz bunu böyle yapmadık. Ya ne mi yaptık?
Gittik fırına dedik ki, “Kardeşim, şu duvarını beyaz badana ile boydan
boya badana yap. Pırıl pırıl olsun. Şu tezgahtaki tahtaları da yenile.
Yer için ayrı bir süpürge kullan, tezgah için ayrı bir süpürge. Buraya
çıkacak şahısın ayağına ayrı bir terlik al. Çalışanlarının tırnaklarını
haftada bir kontrol et. Bizden sağlıkla ilgili yardım isteyeceksen bize
her zaman gel sana yardımcı olalım” dedik.
Hem adam onca masraftan kurtuldu. Hem bize öcü gibi bakmak yerine yardımcı
olan arkadaş gibi bakmaya başladı. Hem de bize karşı mahcup olmamak için
daha çok temizliğe gayret gösterir oldu.
Çevrecilik ruhu
İnanın kahvelerde yere tükürmenin zararlarını anlattık. İzmaritlerin
yere atılmasının hem sağlık hem görüntü olarak sakıncalarını kahve
sohbetleriyle anlattık. Kahvede bulunanlar kendilerini adam yerine
koyup onlarla sohbet eden doktora hayranlık duyup, “Sen bize bu kadar
önem veriyorsan biz senin dediğini niçin yapmayalım doktor bey” dediler.
Duvar kenarlarına küçük çişini yapanların dahi bir zaman sonra ortadan
kalktığını gördük. Komple bir çevreciliği biz o zaman 1979 yılında o
ilçede başardık.
Bunlar belki sadece romanlarda olabilen hayal ürünü iyi niyet göstergesi
faraziyeler sanılabilir. Hayır efendim. Biz bunları bizzat ilçemizde
uyguladık. İlçe halkı buna şahittir.
O zaman mahalli gazeteler bunu yazdılar.
Sayın Ali Talip Özdemir de o dönemde Ereğli’nin
Belediye Başkanıydı. O Ereğli’de biz de Halkapınar’da gerçekten çok iyi
bir çalışma sergilemiştik. Bu vesileyle kendilerine siyasi hayatında
aynı hassasiyet içersinde çalışmayı ve iyi yardımcılarla birlikte olmayı
temenni ediyorum.”
İşte Dr. İsmail Maraş’ın hekimlik ve insana bakış açısı…
Ve mecburi hizmet sonrası iki yıl askerlik dönemi… Dr. İsmail Maraş’ın
iki yıllık askerlik dönemi de yine böylesi hoş ve başarılı sağlık anılarıyla
dolu…
Ama ondaki akupunktur merakı hiç bitmiyor…
Almanya’ya gidip orada teorik olarak akupunktur bilgisi öğrenip gelen
arkadaşlarıyla görüşüyor. Fakat çoğunun pratiklerinin fazla olmadığını
görüyor. Sebebini sorduğunda pratik vermediklerini öğreniyor.
|